GÜNCEL YAZILAR
-
Arap Baharında Suriye / 07-04-2025
2011 Suriye Arab Baharı Ayaklanmaları İç Savaş ve sonrası
2011’de Arap Baharı etkisiyle Der’a sokaklarında tiyatroculuk oynayan 8-10 yaşlarındaki çocuklar yaptıkları çocuksu esprilerden dolayı, yaşlarına bakılmaksızın tutuklanıp öldürüldü. Hatta bunlar arasında, Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek ve Libya’da Muammer Kaddafi’nin iktidar tahtından indirilmesini ima eden “Doktor sıra sana gelecek!” şeklinde bir duvar yazısı rejimin zulmünü ve hain iç yüzünü iyice ortaya çıkardı. Henüz 13 yaşında olan Hamza el-Hatib adındaki çocuğu tutuklayıp vücudunu paramparça ederek annesine geri verdiler. Bu duvar yazısı meselesi, Der’a şehrinde 2011 yılında, Arap Baharı’nın etkisiyle Suriye'de başlayan protestoların kıvılcımını ateşleyen olaylardan biridir. Hamza el-Hatib ve diğer birkaç çocuk, bu yazıyı Der’a’daki bir okulun duvarına yazdıktan sonra tutuklandılar. Çocuklar, rejimin güvenlik güçleri tarafından işkenceye maruz kalıp ağır şekilde yaralandılar. Rejimin kolluk kuvvetleri bu çocukların ailelerine: “Bunları unutun ve gidip eşlerinizle yatıp yeni çocuklar doğurun.” demeleri üzerine artık halk patlama noktasına geldi. Diğer ülkelerdeki Arap Baharı olayları halka bir cesaret vermişti.
Özellikle 13 yaşındaki Hamza el-Hatib’in işkence görerek öldürülmesi, halk arasında büyük bir öfkeye yol açtı ve Suriye genelinde protestoların büyümesine neden oldu. Bu olay, Beşşar Esed rejiminin baskıcı politikalarını daha görünür hâle getirerek, Suriye İç Savaşı’na giden süreci başlatan sembolik ve unutulmaz bir olay hâline geldi.
Gösterilere başlayan halk önceleri son derece barışçıl bir tavır içindeydi. Halk ve öğrenciler sokaklara dökülünce, reform ve özgürlük talebiyle barışı önceleyen gösteriler başlattı. Üniversite öğrencileri ile öğretim üyelerinin öncülüğünde başlayan ilk gösterilerde halk, yönetimin zulümden vazgeçerek 50 yıldan beri uyguladığı baskılara son vermesini ve özgür bir ortamın oluşturulmasını talep etti.
Beşşar Esed’in zalim Baas rejimi, bu gösterilere sert müdahalede bulundu. Göstericiler üzerine gerçek mermilerle ateş açıldı ve tutuklanan binlerce kişi işkenceye maruz bırakıldı. Bu baskılar halkı daha da öfkelendirdi ve hemen hemen bütün şehirlerde, şehirlerin köy, kasaba ve mahallelerinde gösteriler devam edip durdu. Ama rejim silah kullanmaktan asla geri durmayıp göstericileri durmadan öldürmeye devam etti. Şehidler halkı daha çok öfkelendirip gösterilere devam etme konusunda cesaretlendiriyordu.
Bu süreç, ister istemez ülkeyi iç savaşa sürükledi. Rejim, muhalefetin ve göstericilerin kontrolündeki bölgeleri ağır bombardımanlarla hedef aldı. Hatta gösterilerin olduğu bütün bölgelerde kimyasal silah kullandı. En bilinen saldırılar:
2013 Şam’ın varoşu olan el-Guta’da kimyasal gazlarla yapılan saldırıda 1400’den fazla kişi şehid oldu.
2017 ve 2018 yıllarında da kimyasal silah saldırıları rapor edildi. Ancak uluslararası hukuk kuruluşları Suriye rejimine hiçbir yaptırım uygulamadı. Zira BM ve diğer insan hakları kuruluşları gönülleri Beşşar Esed rejiminden yana olduğu için seslerini çıkarmıyor, kullanılması yasak olmasına rağmen kimyasal silahları sadece rapor edip seyrediyordu.
Rejim güçleri, muhalefetin kontrolündeki bölgelerde hastaneleri, okulları ve pazar yerlerini de bombalayıp durdu. Bu saldırılarla binlerce sivilin ölümüne yol açtılar.
Halep, İdlib, Guta ve Humus gibi şehirler, rejim tarafından sürekli bombalandı. Neredeyse bu şehirlerin birçok mahallesinde taş üstüne taş bırakmadılar.
İnsan Hakları İzleme Örgütüne göre, rejim tarafından on binlerce kişi katledildi veya zorla alıkonuldu. Tutuklulara uygulanan işkenceler uluslararası insan hakları örgütleri tarafından belgelenmesine rağmen yine sonuç alınamıyor, rejim, göstericileri öldürmeye devam ediyordu. Rejim hapishanelerindeki işkence fotoğraflarını sızdıran "Casir" kod adlı bir muhbir, rejimin sistematik işkencelerini ortaya koymuştu.
Bütün bu olaylar ister istemez Suriye halkını evlerini terk etmeye ve komşu ülkelere sığınmaya mecbur etmişti. Rejimin saldırıları nedeniyle 7 milyondan fazla Suriyeli, yurt dışına hicret etmek zorunda kaldı.
Muhalif bölgelerdeki nüfus zorla yerinden edilerek demografik değişim için her türlü yola başvurdular. Özellikle Sünni Müslümanların bulunduğu yerlerden hicret eden Suriyelilerin evlerine İran, Lübnan ve Afganistan’dan getirilen Şiiler yerleştirildi ve onlara sahte tapular verildi.
Bir taraftan gösteriler, diğer taraftan katliamlar sürdükçe sürdü. Bu sefer rejim kendi içinde problemi çözemeyip halkıyla savaşmaktan başka bir şey yapamayınca dışarıdan müdahaleler ve barış heyetleri devreye girmeye başladı.
Suriye Rejimi, İran ve Rusya gibi dış güçlerin desteğiyle ayakta kalmak için bu müdahalelere razı oldu. Rus hava saldırıları, rejimin sivil bölgeleri kontrol altına almasına yardımcı oldu. Gösterilere ve protestolara devam eden halk sürekli baskı altına alındı, hapsedildi veya öldürüldü. 1982 Hama Katliamı hafızalardan henüz silinmemişken bu sefer iç savaş ile yapılan toplu katliamlar halkın hayatında kapanmaz yaralar açtı. Hama’da öldürülenler on binler iken bu iç savaşta rejim tarafından öldürülenler yüz binleri buldu. İnsan hakları ihlalleri artık sorgulanmaz oldu.
İşkence, kayıplar, zorla yerinden edilmeler ve kimyasal silah kullanımı, baba oğul her iki liderin de zulmünün boyutunu göstermektedir.
Suriye halkı, Esed rejiminin otoriter yönetimi altında ekonomik, siyasi ve toplumsal büyük acılar çekti. Özellikle iç savaş döneminde rejimin sivillere yönelik saldırıları, uluslararası hukukun en ağır ihlallerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Bu arada Suriye halkı kendi arasında küçük büyük gruplar hâlinde örgütlenerek rejime karşı direnmeye başlamıştı.
Gösteriler Nasıl Devam Etti ve Cihad Grupları Ne Zaman Devreye Girdi?
Gösterilere katılan halk bir ayaklanmadan ziyade sistemin değişmesini, ıslah edilmesini, halka karşı yapılan zalimce uygulama ve adaletsizliklerin durdurulmasını, haksızca ve kendi resmî yasalarına bile aykırı olan tutuklamaların sona ermesini istiyordu.
Olayların başladığı ilk günlerde Türkiye yöneticileri Suudi yetkililerle diyalog kurarak iki devlet birlikte Suriye yöneticilerini sistemde değişiklikler yapmak suretiyle olayları normale döndürmeyi ve göstericilere karşı herhangi bir işlem yapılmamasını tavsiye edip durdular. Zira bölge devletlerinin bazıları olayların nereye varacağını bilmediğinden, hatta kendi ülkelerine sıçrayacağını düşündüğünden Suriye halkının durdurulmasını, gösterilere son verilmesini ve rejime karşı bir kıyamın olmamasını istiyordu. Bunun için Arap Birliği, Türkiye ile ortak bir heyeti Suriye’ye gönderdi. Bu heyet, bir ay boyunca Suriye’de çalıştı ve Arap Birliği ile Beşşar Esed arasında bir anlaşmaya varıldı: Olayları durdurmak için, halka karşı silah kullanılmasına engel olacak ve halk ile Baas Partisi yöneticileri arasında arabuluculuk yapacak bir “Kriz Masası” oluşturulacaktı.
Ülke içinde huzuru sağlayacak bir ortam için çalışmaları başlatacak olanların oluşturduğu bu kriz masasının ilk anında Suriye yönetim kademelerinde anlaşmazlıklar baş gösterdi. Bunun üzerine devlet yetkilileri iki farklı görüş sergiliyor ve taraflar birbirlerini bir türlü ikna edemiyorlardı. Bazı yöneticiler ‘Halkı barışçıl yollarla ikna edelim ve anayasada değişiklikler yapalım.’ derken diğerleri ise ‘Gerekirse zor kullanıp göstericileri dağıtalım.’ düşüncesinde idi. Barışçıl yolla çözümden yana olanların başında General Said Asıf Şevket vardı. Asıl bu grubu Beşşar’ın hanımı Esma Esed yönlendiriyor ve destek veriyordu. Bu gruptakiler göstericilerin liderleriyle irtibat kurmayı başardılar ve temsilcilerini Suriye’nin tüm vilayetlerine gönderdiler.
Ancak diğer grubun başını, baskıdan ve şiddet kullanarak olayları durdurma düşüncesinden yana olan Mahir Esed çekiyor ve asla barışa yanaşmak istemeyip ağabeyi Başkan Beşşar’ı bunu kabul etmesi hâlinde kafasına kurşun sıkacağı tehdidinde bulunuyordu. Anneleri Enise Mahluf da her iki oğluna babaları gibi acımasız davranmalarını ve şiddet kullanmalarını tavsiye etmekteydi. Mahir’in, babasının 1982 yılında Hama’da yaptığı katliamın benzerini yapmaktan yana olduğunu ve diğerlerini de buna uymaya zorladığını görüyoruz. Ordunun önemli bir kısmını oluşturan 4. Tümen Mahir’in emrinde olduğu için, her an bunu devreye sokup toplu katliamlara başlayacağını sürekli ima ediyordu. Diğer taraftan bunu İran’ın doğrudan siyasi ve askeri desteğiyle sağlamanın mümkün olduğunu, devletin geleceğini ve güvenliğini sağlamak uğruna babasının acımasızca yöntemlerini uygulamayı savunuyordu.
Türkiye bu krizi İran’la birlikte çözmeyi teklif ettiyse de İran buna yanaşmayınca, Türkiye, Arap Birliği ile diyalog kurarak meseleye çözümler aramaktaydı. Ama ne yazık ki İran’ın Suriye’deki krizi çözme çabalarını baltalamaya çalıştığı ve Mahir Esed’e destek verdiği görülüyordu. İran, olayları kendi lehine çevirip özellikle PKK/PYD ve benzeri grupları Suriye’de meşgul ederek Urumiye’de faaliyet göstermelerini engellemeye çalışıyordu. Ayrıca alttan alta ABD’nin desteklediği DAİŞ örgütünü de destekleyerek bu terör grubunu Suriye ve Irakta tutmaya çalışıyordu.
Direniş hareketleri özellikle halk kesimleri tarafından yapıldığında rejimin sallantıya girdiğini görenler daha çok zulmün gerçekleşmemesi ve göstericilere ateş edilerek öldürülmemeleri için Başta ABD ve AB Beşşar Esed’in istifa etmesini istemişlerdi. Ama hiçbir gerçekçi eylemleri de olmadı. Halk alabildiğine perişan edilmekteydi.
Suriye’de 1963 yılından beri mezhepsel duyguları istismar ederek halkın en fazla %7’sini teşkil eden Nusayrilerin polis devletinde tek söz sahibi aile olan Esed’ler uzun yıllar zulmüne devam edip durdu.
İran Devreye Giriyor
Beşşar Esed’in ve yanındaki bazı üst düzey yöneticilerin kafaları bir hayli karışıktı. Barıştan yana olanlar Arap Birliği temsilcileriyle görüşmeler yapmaya başlamışken diğer taraftan İranlı General Hüseyin Hemedani de Mahir Esed ile görüşerek, İran’a ait özel birliklerin Suriye’ye girmesi teklifinde ısrar ediyordu. Hatta İranlı General Hemedani’nin gösterileri iki hafta içinde bastırma taahhüdünde bulunduğunu Arap basınından okumuştuk. Barıştan yana olan kesim Arap ülkelerinden 10 milyar dolarlık bir destek vadederek yönetimde ve kanunlarda reform yapılmasını, halka bir özgürlük alanı açılmasını tavsiye ederken diğer taraftan bu teklif İranlı generali kızdırıyor, o da Mahir’e sürekli baskı yapıyordu.
Krizin çözümü için Beşşar Esed’in talimatıyla söz konusu ettiğimiz barış heyeti Kriz Masası’nı oluşturdu. Bu heyet birkaç kez bir araya geldi. Hatta göstericilerin liderleri ile görüşmeler yapan Asıf Şevket, bir barış jesti olarak Saydnaya Hapishanesinden 27 Mayıs 2011 günü 264 tutuklu ve mahkûmu serbest bıraktırmıştı. Kriz Masası’nın mimarları olan Arap ve Türk diplomatlar görüşmelerini sürdürürken şu kararlara varmışlardı:
- Suriye’nin İran ve Hizbullah ile askerî bağlarının durdurulması,
- Suriye’deki bütün taraflarla kapsamlı bir ulusal uzlaşma yapılması,
- Bütün siyasi tutukluların ve özellikle de son olaylarda tutuklananların serbest bırakılması.
Bunların kabul edilmesi hâlinde Katar Hükûmeti bütün mağdurlara maddi tazminat ödeyecekti. Konu ile ilgili anlaşma imzalandı, Arap Birliği Beşşar Esed’e destek veren bir açıklamada bulundu. Ancak bu kararlar İran’ı ve Mahir’in yakın adamı olan Cemil Hasan’ı alabildiğine öfkelendirdi.
Arap basınında çıkan haberlere bakıldığında bu bilgiler uzun süre gizli tutulmuştu. Sonunda, iddialara göre Cemil Hasan ile diğerleri arasında şiddetli tartışmalar yaşandı. İranlı generaller Hüseyin Hemedani ve Kasım Süleymani’nin Suriye’ye ulaşmasıyla, Suriye yönetimi ikiye bölünerek kesin olarak iki farklı görüş etrafında toplandı:
- Arap Birliği ile çalışmaktan ve problemi Kriz Masası yetkilileriyle çözmekten yana olanlar,
- İran’a bağlı olup gösterileri şiddet ve baskı ile hatta silahla durdurmaktan yana olanlar.
İran’dan yana olanlardan Mahir Esed’in adamı Cemil Hasan’ın Kriz Masası toplantısına katılmaması onun bir plan peşinde olduğunun kanıtı idi. Fakat ilk anda onun Kriz Masası toplantısına katılmamasına mana verilmeyip pek de dikkate alınmadı. İranlı generaller Kasım Süleymani ve Hüseyin Hemedani ile onların emriyle hareket eden Mahir Esed, Cemil Hasan ve ailenin eniştesi yani Büşra Esed’in kocası Asıf Şevket, Kriz Masası’nı ortadan kaldırma kararı almışlardı. Asıf Şevket’in şoförlerinden birinin toplantı salonuna bir çanta içinde patlayıcıyı taşıyıp toplantı masasının altına yerleştirdiği anlatılır. Toplantının yapılacağı bina, sayısız güvenlik personeliyle korunmasına rağmen içeriden birisinin bombayı taşıdığını kimse düşünememişti. Bu plan İran’ın talimatıyla ve Mahir Esed ile Cemil Hasan’ın iş birliğiyle yapılmıştı.
Barış yoluyla göstericilerin durdurulmasını, anayasa değişikliğini ve çok partili siyasi sistemi savunanlar mağlup olmuş, şiddetten ve halka karşı silah kullanmaktan yana olan diğer taraf kazanmış ve toplantıya katılanların tümü masanın altına yerleştirilen çanta içindeki bomba ile katledilmişti. Nihayet 18 Temmuz 2012'de toplantı salonunda patlama gerçekleşti ve içeride bulunan herkes hayatını kaybetti. Ölenler arasında Mısırlı General Ömer Süleyman ve Louis adında Fransız bir diplomat da vardı.
Beşşar Esed’in eniştesi Asıf Şevket’in korumalarından biri, eşi Büşra’ya yaşananları ve Kriz Masası’na katılanların öldüğünü bildirdi. Zira nasıl olduysa Asıf Şevket de yaralı olarak hastaneye taşınmış, sonunda orada ölmüştü. Aslına bakılırsa bombayı taşıyan onun şoförüydü. Peki, o nasıl toplantıda bulunmuştu, buna dair bilgi bulunmamaktadır.
Bu Kriz Masası toplantısına katılanların katledilmesi olayı Suriye İç Savaşı’nın seyrini etkileyen kritik bir saldırı olarak tarihe geçti. Patlama, Şam'ın merkezindeki Ulusal Güvenlik Binası'nda yapılan üst düzey güvenlik toplantısı sırasında gerçekleşti. Bu saldırıda, Asıf Şevket'in yanı sıra Savunma Bakanı Davud, Genelkurmay Başkan Yardımcısı Hasan Türkümani ve diğer üst düzey isimler de hayatını kaybetti. Rejim, bu olayı "terörist bir eylem" olarak nitelendirdi ve muhalif grupları suçladı. Hâlbuki iki taraf da bu olayı kimin yaptığını çok iyi biliyordu.
Asıf Şevket, Suriye krizindeki önemli isimlerden biri olup Beşşar Esad'ın eniştesiydi ve rejimin güvenlik kuruluşlarında kilit roller üstlenmişti. 2005-2010 yılları arasında Askerî İstihbarat Başkanı olarak görev yaptı ve 2011'de başlayan iç savaşta Suriye rejiminin sert güvenlik politikalarının planlayıcılarından biri olarak biliniyordu.
Böylelikle Suriye’nin liderliği ikiye bölündü. Mahir Esed, İranlılarla olan bağlantısını kullanarak herkesi tehdit etti. Bu süreçte, 5000 İranlı asker ve 4000 Hizbullah militanı ile birçok keskin nişancı Suriye’ye getirildi. Bunun sonucunda tüm liderler Mahir Esed ve İranlı Kasım Süleymani’ye boyun eğmek zorunda kaldı. Artık çözüm şiddet ile yapılacaktı. Ama direnişçilerin nasıl sabırla direneceklerini hesaba katamamış, 10 yıl sonra da olsa mücahidlerin nasıl bir devrim gerçekleştirebileceklerini akıllarından bile geçirememişlerdi.
Yüz binlerle insanın aileleriyle, çoluk çocuk, kadın ve yaşlılarıyla birlikte bu ateşin içine atılmasının asıl sorumlusunun kim olduğu belli değil miydi? Onları bu felaketin, hicretin ve ilticanın zorluklarına sürükleyen, milyonlarcasının ülkelerini terk etmelerine sebep olan sözümona ismi “İslâm Cumhuriyeti” olan İran mıydı yoksa Pers milliyetçisi İran mıydı? Haleb’e getirilen keskin nişancılar kimdi? Bunlar kimi hedefe koyduklarının, kaç bin kişiyi öldürdüklerinin hesabını kime nasıl verecekler?
Olayların gelişimini ve özellikle Haleb’in mücahidlerin eline geçmesini kabullenemeyen İran, Kasım Süleymani’yi Rusya’ya, yani Putin’e göndererek Suriye’yi İslamcı göstericilerin elinden kurtarması ve Haleb’i geri alıp Beşşar Esed’e teslim etmesi konusunda ikna etti. Tekrar edelim, adı İslâm Cumhuriyeti olan fakat Pers milliyetçiliği daha ağır basan bir devletin generali olan Kasım Süleymani’nin Putin’e Suriye’ye asker göndermesi için yalvardığı haberleri basına yansımıştı. Nihayet Rusya ve İran askerî kuvvetleri havadan, İran ve Hizbullah askerleri de karadan Haleb’i bombardımana tutup muhaliflerin olduğu ve gösterilerin gerçekleştiği mahalleleri yerle bir ettiler. Camiler dâhil neredeyse isabet almayan ev ve bina kalmamıştı. Halk bundan sonra zorunlu olarak Haleb’i terk ederek Türkiye’ye, Lübnan’a ve Ürdün’e sığındı. Gidebilenlerin bir kısmı da Avrupa ülkelerine kaçıp oraya iltica etti.
Artık Suriye Rejimi ve Beşşar Esed, ne yazık ki İran ve Rusya’ya teslim olmuş, onların emriyle hareket ediyordu. Rejim güçleri başta Haleb olmak üzere her tarafı yakıp yıkmaya; kendi halkını bombalarla, varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla vurmaya; Şam’ı, Haleb’i, Humus’u, Der’a’yı ve neredeyse bütün şehirleri hedef alarak çok kişinin ölümüne sebep olmaya devam etti ve halka büyük zulümler yaşattı. Bombalarla öldürülmeyenler yakalanarak Tedmür ve Saydnaya hapishanelerinde öldürüldü. Bir kısmının organları alınarak organ ticareti yapıldı. Bu organ çalma işi bir Rus subayının hastanelerin birinde kaydettiği video ile bütün dünyaya yayılmıştı.
En kanlı saldırı Ağustos 2013’te Şam’ın varoşlarında el-Guta’da yapıldı. 2000’e yakın kişi sarin gazı ile öldürüldü. Hiçbir fonksiyon icra edemeyen atıl kuruluş BM Teşkilatına bağlı İnsan Hakları Yüksek Komiserliği yayımladığı raporla Beşşar Esed’in büyük savaş suçları işlediğini duyurmakla yetindi. Bu rapor sadece sahifelerde kaldı. Aynı şekilde rejimin 2017’deki Han Şeyhun ve Duma katliamlarının sorumlusu olduğu bütün dünya tarafından görüldüğü hâlde, herkes Suriye’deki katliamları seyretmekten öteye gidemiyordu. Dolayısıyla Suriye Baas rejiminin bir milyondan fazla kişinin ölümüne, sekiz milyon insanın evini barkını, görevini, tarlasını, ekili arazisini, fıstık ve zeytin bahçelerini terk edip arkalarında şehidler bırakarak Türkiye, Ürdün, Lübnan, Mısır ve Avrupa’nın muhtelif ülkelerine hicret etmelerine sebep olduğunu herkes bilmektedir.